Hayatın Zorluğuna Karşı Sarmaşık Olabilmek
Hayatın zorluğuna dayanmak bazen zor oluyor. Maalesef, uzun süren yoksulluk insanı bunaltıyor. Bunun yanında yakınımızın ölümcül hastalığa tutulması hüznümüzde son nokta da olabiliyor. Hayatımızdaki üzücü hadiseler bizim için sorun gibi dursa da bazen çözümün ta kendisi de olabiliyor.
Elbette parasızlıktan mağdur olup, mahcup kalmak her insan için zordur. Çocuğuna oyuncak alamayan fakir baba, filmlerin vaz geçilmez karakterdir. Ya da lokantanın camından tezgâhtaki nefis yemeklere bakarak: Yemek kokularını doya doya içine çekmek de zordur.
Oysa ki fakirliği kaldırmak insan için ne kadar zor olsa da fakirliği bir şekilde kaldırabiliyor. Hayatın zorluğuna dayanmayı, sabretmeyi insan zamanla öğreniyor. Elbette sevdiğimiz bir kimse hastalanır ve gözümüzün önünde günden güne eriyebiliyor. Bizim için bu durum dayanılmaz ıstırap oluyor. Hastamızın çektiği acıyla biz de bütünleşiyoruz, üzülüyoruz. Sevdiğimiz kimsenin hasta veya sıkıntılı halini gördüğümüzde: Ümit varsa bir an önce iyileşmesini istiyoruz. Bunun yanında ümitsiz hastamızın hastalığı uzadıkça ıstırabının bir an önce dinmesini de bekliyoruz.
Kum saatindeki kumlar sabit durmuyor. Kum taneleri kendisine çizilen daracık dehlizden geniş hazneye hızlı şekilde akıp duruyor.
Hayatımız Zor ve Sıkıntılı Da Olsa Dayanabiliyoruz
Gecenin bir yarısıdır veya gün ışımış sabahtır. Sevdiğimiz kimse önümüzde cansız şekilde yatıyor. Hastamız acıdan sıyrılmış tatlı bir huzur içindedir.
Ya da zamansız çalan telefon, kulağımıza bir şeyler mırıldanır, anide buz keseriz. Bazen de telefonumuzda aniden beliren bildirim, bizi olduğumuz yere çökertir. Böyle durumda ne gülebilir ne de tebessüm ederiz. Bizim için artık zaman duruyor, mekân kayboluyor acılı yüreğimizde tatlı hatıralarımız canlanıyor. Dilimiz tutulduğundan artık konuşmadan buğulu gözlerle anlaşıyoruz. Zira artık sözün bittiği yerdeyiz.
Bu acıyı önce kabullenemiyoruz, “Hayır! Bu doğru değil.” diyoruz. Sinemize taş basıyoruz. Gözümüzde, yüreğimizden gelen iki damla sıcak gözyaşı oluyor. Gözümüzden süzülen gözyaşı yanağımızda yol buluyor, aşağı doğru usulca akıyor. Oysaki hepimiz için ağlamak ve sızlanmak nafiledir. Mecburen hayatın zorluğuna katlanıp, sabrederiz.
Ne Kadar Çok Sevsek De Ayrılık Zamanı Bırakıyoruz
Hayatımızdaki zorluklar zaman zaman bizi yoruyor. Zorda ola kendimizi zamanla toparlıyoruz. Sevdiğimiz kimseyi elimizle acı da olsa yeni evine bırakıyor, yaşlı gözlerle hüzün evimize dönüyoruz. Elbette üzülüyoruz. Ancak, bir gün bu kaçınılmaz sonun bizim başımıza da geleceğinin her zaman farkındayız. Sonra, yüreğimizin derinliklerinde saray kuruyoruz. Bizi bırakıp giden sevdiğimiz artık o sarayda yaşıyor. Gidenin, gittiği yerde mutlu olacağını düşünüp mutlu olmaya çalışıyoruz. Bir zamanlar dilimize pelesenk gibi takılan canım, paşam artık yoktur. Verdiğimiz unvanlar zamanla kalkıyor sadece “Rahmetli” lakabı kalıyor.
Fakirliği veya ölümü kabullenmekte zorlansak da zamanla kabulleniyoruz. Ölümün ağırlığına kâh ağlayıp kâh gülerek zamanla alışıyoruz.
Ancak, bize ağır gelen bir şey var onu kaldıramıyoruz. Nedir o kaldıramadığımız şey? Elbette aciz bedenimiz ihaneti ve terk edilmeyi kaldıramıyor. Eziliyor, parçalanıyor, un ufak oluyoruz. Yüreğimiz bu acıyı kaldıramıyor, bataklığa batmış insan nasıl yüzer ki. Çırpındıkça batıyor, battıkça çırpınıyoruz. Sonunda dilimiz ve gönlümüz pes ediyor. Kafamız bize ağır geliyor. Önümüze düşen kafamızı kaldıramıyoruz. Gönül verdiğimizin ihanetini artık kabulleniyor, yeni hayatımıza yeni bir sayfa açıyoruz. Her ne kadar hatayı sevdiğimiz yapsa da acı ıstırabını çeken biz oluyoruz.
Ailesini Terk Edenler, Bir Çok Kimseyi Üzer
Karışımızdaki apartmandan çıkan orta yaşlı adamın boynu büküktür. Babasının boyuna gelmiş oğlu da yanında yavaş yavaş yürüyor. Desteğe muhtaç genç delikanlı, babasının koluna girmiş ona destek oluyor. Ayaklarını sürükleyerek yürüyen hüzünlü adamın solunda beş yaşlarında sarışın çocuğu duruyor. Küçük çocuk etrafına gülücükler salsa da, büyükler hüzünlüdür. Boyunları yerde, mezara gider gibi sessiz ve isteksiz ayaklarını sürükleyerek yürüyorlar. Arkalarından mahcup bir şekilde bir anne ve bir baba bakıyor. Onlarında gözü yaşlıdır. Gidenin arkasından el sallarız ancak bu gidiş başkadır. Ortalık cenaze evinden daha sessizdir. Annesiz çocuklar ve eşi olmayan adam yavaş yavaş oradan uzaklaşıyor. Çünkü burası artık onların evi değildir. Nasıl olsun ki, yıllarını beraber geçirdiği hanımı, bir sabah iki çocuğunu bırakarak ansızın gitmiştir. Aradığı mutluluğu bulacağı, birinin peşine takılarak gitmiştir. Oysa böyle mi olmalıydı. Onca insanı kedere ve utanca boğarak, onca hayatları soldurarak mutluluk mu aranırdı. Böyle bulunacak mutluluktan kim medet umar ki. Yavaş yavaş annesiz aile gözden kaybolur.
Kırk yaşına gelmiş yurt dışında yaşayan adam hanımı ve dört çocuğuyla hava limanındadır. Ve hava limanında eşine ve çocuklarını söylediği son sözleri
-Siz gidin ben de yakında gelirim.
Eşini ve dört çocuğunu yolcu edip el sallayan adamın, bir çocuğu hem bedenen hem de zihnen engellidir. Ailesini yurda gönderen adam, birkaç gün sonra konsolosluktan boşanma davası açıyor. Kendince bahanesi vardır. Hayatın zorluğuna dayanamayan adam eşini, çocuklarını ve engelli oğlunu artık görmek istemiyor. Zira yeni yerleştiği ülkede yeni bir hayat kurmak istiyor. Kırk yaşındaki adam aynı firmada çalıştığı on sekiz yaşındaki sekretere gönül veriyor.
İnsanı İnsan Yapan Sadece Bedeni Değildir
Hayatındaki zorluklar artık sabredemiyor. Vicdan, insaf, insanlık veya bir insanda olması gereken her türlü vasfı paketleyip rafa kaldıran adam sosyal hayatında oldukça mütevazıdır. Kimseyi kırmayan naif insan bu davranışıyla insanlık mefhumunu kırıyor, parçalıyor. Hayatımız bazen zorlaşıp, belki de çekilemez de olabiliyor. Ancak her zorlukta insafsız çözüm, çözüm olmuyor. Her işin yolu/yordamı, usulü/adabı vardır. Yapılması gerekeni doğru yapmadan, kolay ve korkakça yapılan davranış çözüm olmuyor.
İki çocuğunu mutlu şekilde büyüten anne, bir sabah not bırakarak evden erkenden çıkıp gidiyor.
-Ben gidiyorum, beni aramayın.
Bir ömrün, bir yaşanmışlığın bir aile olmanın özeti “Beni aramayın.” Boynu bükülen aileler ve boyun büken çocuklar. Onca insanın hayatına verilen değer ve reva görülen tek cümle “Beni aramayın.” Aramazlar, zira gideceğini söyleyen kimse nereye gideceğini de söylemiştir. Kendi isteğiyle farklı hayatı tercih eden kadını hiç aramazlar. Ama birkaç sene sonra “Beni aramayın.” diyen kimse çıka gelir. Elbette bırakıp gittiği evine gelemez. Yakınının evine gelir, görünüşü perişandır, üzgündür, söz de pişmandır.
Geri döndüğü zaman psikiyatriye muayeneye götürürler, durumunu sorarlar ederler. Doktor öz güven patlaması yaşıyor dikkatli olun demesine rağmen tedbir almayan aile mağdurdur. Bu durumdaki kimseler kendilerinden beklenmeyen davranışta bulunup, olmazı olduruyor.
Bir süre burada kalır. Değiştim demesine rağmen o kimse değişmemiştir. Bir sabah ortalıktan tekrar kaybolur. Ancak bu kayboluşta not yoktur. Misafir kaldığı evdeki çekmece açıktır. Ne yazık ki çekmecede bulunan para da yoktur, altın da yoktur.
Hayatın Zorluğuna Alışmak Mümkün mü?
Bazen “Pes artık!” dediğimiz davranışta bulunan kimseleri görürüz. Elbette pes ederiz. Zira bu kimselere karşı ne söyleyecek söz ne de tutacak bir dal bulabiliriz. Hayatın zorluğuna katlanmayı beceremeyen kimse: Ancak çevresinde bulunan insanları üzerek çözüm yolu bulur.
Hayat denen dikenli yolda her zaman mutsuzluk yoktur. Bazen uzatılan bir tas su bize umut olur, huzur verir. Tatlı bir söz, sevecen bir bakış hayatımızı değiştirir. Dileyelim ki her daim evimize huzur, gönlümüze huzur, hayatımıza huzur hâkim olsun. Siz de çektiğiniz zorlukların sonunda huzura kavuşmak ister misiniz?