Fırıncılık Zor Meslek
Fırıncılık zor meslek. Sabahın erken saatinde başlayan mesai, gece yarısına doğru ancak sona eriyor. Elbette gün içindeki curcuna da oldukça zordur. Bunun yanında yazın sıcak hava üfleyen fırına ekmek atmak ve pişen ekmekleri çıkarmak da zor. Tan ağrımadan hamuru hazırlamak da zor. Ancak bir de fırının sahibi iseniz o daha da zor.
Fırın Sahibi Olduğumda Dünyam Dar Geldi
Uzun yıllar fırında çalıştım. Fırıncılık yaptığım için kendime fırıncı diyebilirdim. Asıl işim araçla ekmek dağıtmaktı. Ancak bende çalışma azmi ve şevki olduğu için haricen hamur karmayı da öğrendim. Elbette fırında olup da ekmek pişirmeyi bilmemek de olmazdı. Zaman zaman, usta izinde veya hasta olduğunda yarım yamalak da olsa o işi de yaptım. Sonunda A’dan Z’ye fırının bütün işlerini öğrendim.
Gel zaman git zaman fırın sahibi yaşlandığı için fırıncılığı bırakmaya karar verdi ve fırını sattı. Haberimiz olmadığı için birden açıkta kaldık. Zira fırını satın alan kimsenin kendi kadrosu da vardı. Onlar göstermese de bize kapı göründü düşüncesiyle ceketimizi alarak çıktık. Fırıncılık mesleğini öğrenmek için çok çalıştım. Çok çalıştığımız için iki arkadaş epey para biriktirdik. Yeniden iş aramak yerine acaba kendimiz fırın açabilir miyiz diye metafor yaptık. Ara nereden bilelim ki metafor yaparken, başımıza meteor düşeceğini.
Kolları sıvadık ve satılan fırın aradık, kısa zamanda da bulduk. Pazarlıktan sonra elimizdeki paranın devede kulak, koyunda tüy olduğunu anladık. İşin içine girmek için dahi dünya kadar borçlandık. Elbette eskiden şimdiki gibi değildi. Sıkışınca bankaya değil eşe dosta koşardık. Onlarda sizi boş çevirmez, varsa verir yoksa da bulurdu.
Fırıncılık Zor Meslek, Vesselam
Yaklaşık bir ay geçip işlerin düzene girmesini bekliyoruz ama nafile, ciddi bir hareket olmuyor. Oysa fırıncılık ne demek iyi biliyordum. Hem imalatını, hem dağıtımını, hem pişirmesini hem de müşteriyle iletişimi iyi biliyorduk. Bir de işin başında hassas davranıp prensipli olmaya da çalışıyorduk. Neredeyse fırıncı olduğuma pişman oluyordum.
Ancak hesap kitap tutmuyor, bırakın borç ödemeyi günü bile kurtaramıyorduk. Olaya ilmi yaklaşmaya çalıştık. İç açıları ve dış açıları topladık. İntegral hesabını uyguladık. İstatistik oranlarını da denedik. En sonunda sonumuzu düşündük. Denk gelmiyordu, bu gidişle aldığımız borçları on senede dahi ödeyemeyecektik.
Memleketten tulum peyniri geldi. Ortak ve fırın ustası dükkandaydık. Tulum peyniriyle beraber bir kamyonda Safranbolu unu da geldi. Ancak unun kepeği alınmadan geldi. Ne de başka bir kimyasal işlem gördü. Şimdiki tabirle laboratuvar görmedi, halis köy unuydu. İş yoktu ve can sıkıntısına şimdilerde kullanılan döner ekmeği şeklinde ekmek yaptık. Yeni gelen köy unundan da bir miktar katarak kendimize ziyafet çekecektik. Adam başı beşer altışar ekmek yaparak fırına attık. Tulum peynirini de hazırladık, sıcak sıcak ekmeğin içine koyup yiyeceğiz. Köy unu fırının havasını değiştirdi, buram buram memleket kokmaya başladı.
Mevla’m Yürü Ya Kulum Dedi
Fırından çıkardığımız sıcak döner ekmeğinin içini çekmesi için rafa koyduk. Fırının önünden geçen bir kimse kokuyu duyunca gayri ihtiyarı fırına girdi. Kokunun geldiği yere yönelerek, rafta duran kendimize yaptığımız döner ekmeklerini istedi. Elbette gelen müşteriye onları biz kendimize yaptık diyemedik. Tebessüm ederek, raftaki ekmekleri müşteriye verdik.
Daha erken olduğu için tekrar kendimize kadar ekmek yaptık ve pişirdik. Bu sefer rafa koymadan tezgahın köşesinde soğumasını bekledik. Tulum peyniri acele ediyor, biran önce midemize gitmeye can atıyordu. İçeri giren müşteri buram buram kokan köy unuyla yaptığımız ekmekleri görünce hepsini istedi. Elbette şaşırdık ve müşteriye ekmekleri verdik.
Nasıl ki kara haber tez duyulur, güzel haber de ona rakip olmak için tez duyuldu. O gün tulum peynirini yemek nasip olmadı. Ertesi günü de yiyemedik. Zira müşterilerin kendimiz için yaptığımız ekmeğe yoğun bir talepleri oldu. En nihayetinde çıkardığımız normal ekmekten daha fazla o ekmekten çıkarmaya başladık. Her ne kadar işlerimiz iyi gitse de hesap kitap yaptıkça borcumuzun ödenmesi umutsuz vaka gibiydi. Zira masraflar ve kapasitemiz belliydi, buna karşılık kazancımızda belliydi. Ama bize bir çare lazımdı, neydi bilemedik.
Maddi Değil Manevi Tedbirle İşi Çözüyoruz
Bir sabah fırında mutat işimle meşguldüm. Fırınımızın yakınında buluna hayır kurumundan bir kimse geldi. Cuma namazlarına gittiğimiz için samimiyetimiz olmasa da tanışıklığımız vardı. Gelen kimse faaliyetlerine destek olması için gıda kermesi yapacaklarını ve döner için ekmeklere ihtiyaçlarının olduğunu söyledi. Geniş kapsamlı olmayacağı için günlük bir hafta boyunca bin adet ekmeğin yeterli olacağını söyledi. Sonuçta STK çerçevesinde hizmet veren bir kurumdu ve bizde elimizden gelen kolaylığı sağlamak niyetindeydik. Ancak bizi durumda malum olduğu için ekmeğin sadece maliyetini alarak yardımcı olabileceğimizi söyledik.
İlk gün kurum bin ekmeği aldı. İkinci gün işlerinin fazla olduğunu dört bin ekmek gerektiğini söylediler. Ertesi gün derken kermes bitene kadar istedikleri ekmek sayısı artarak devam etti. Günlük bin ekmek üzerinden verdiğimiz maliyet fiyatı gayet uygundu. Ancak ekmek sayısı arttığında çalışan elemanların mesai ücretleri de işin içine gireceği için verdiğimiz fiyat maliyetin çok altında kaldı.
Kermes bittiğinde bizden maliyet isteyen kimse geldi ve borçlarını sordu. Gönül “bizden olsun” dese de buna maddi imkanımız yoktu. Sözümü yutmadım ve maliyeti daha yüksek de olsa verdiğim fiyattan ücreti alarak helalleştik.
Ortaklar Sürtüşüyorum Ancak Geri Adım Atmıyorum
Kermes sahibi fırından çıktığında, arkamda duran ortağım yanıma oturdu. Yüzündeki çizgiler hayra alamet değildi. Ne diyeceğini bildiğim için lafın dönüp dolaşarak yorulmasını istemedim. O söze başlamadan, tamam aradaki maliyet farkını biliyorsun, farkı benim hesabıma yazarsın, konuyu uzatmaya gerek yok dedim. Elbette içindekini dışarı atamayan ortağım biraz bozulsa da sükut etti, kalkarak işine baktı.
İşlerimizde ciddi bir artış yoktu. Normal şekilde çalışıyorduk ancak bariz bir bereket vardı. Günü kurtarırsak sevinirdik oysa gözle görülen bir şey olmadığı halde borç ödemeye başladık. Hayır kurumuna yardımcı olduğumuz için olsa gerek, işlerimizde göremediğimiz ama yaşadığımız bir bereket vardı.
Onca matematik hesabıyla on seneye ancak biter dediğimiz borcumuz, bir sene içinde bittiği gibi birikim yapmaya dahi başladık.
Ertesi sene kermes yapan hayır kurumunun aynı yetkilisi tekrar fırına geldi. Kermes yapacaklarını ve satın alacakları ekmek için maliyet vermemizi istedi. Geçen sene sıkıntı yaşadığımı ortağım bizden biraz uzaktaydı. Latife olarak geçen sene yaşadığımız sürtüşmeye istinaden ortağımı da yanımıza çağırdım. Durumu anlattım ve kermes sahibine maliyet fiyatını onun vermesini istedim. Ortağım gülerek oturduğu yerden kalktı;
-Aman sen de; ne fiyat verirsen ver, ben karışmıyorum
diyerek yanımızdan ayrıldı. Ancak yüzündeki mahcubiyetten doğan tebessümü saklamadı.